içgüdüsel savaşların algoritması

acaba hayatta kaç kişi eline kalemi ayıp gördüğünü çizme yetisine sahiptir? 
sanırım çok az...

fotoğraf  italya, bologna'dan. karşısında durduğu çeşmeyi küçük not defterine çizen bu genç, kulağındaki müziğin aheginden olsa gerek birebir aktarıyor çeşmeyi o bembeyaz kağıda!

şimdi düşünelim; olası bir hayalde başvurulması gereken insan bu genç midir;
yoksa o dinlediği müzik mi?
bence her ikisi de değil, başvurulması gereken o çeşmedir, tıpkı görülen hayal gibi...


for visitors;

photos from italy (bologna).

sahnedekine göre...



bir erkeğin gözüyle kadının tanımı, 
kasım ayılarında açan güneşin bedeni ısıtması gibidir; 
tam anlamıyla yetmeyen, açık bırakan bir yanını.

akılda kalan her yanılgıyı destansı bir havada sergiledi kadın,
öyle ki herkes ayakta alkışladı erkeği.
övgüye mashar olan kadın,
sonunda terk eyledi erkeği... 


sarısından ayrılmayan yumurta akından gelen edit: 

pazar çantasının tribal yalnızlığı


kaynayan çaydanlığın ucundan atlamaya çalışan su gibi geldim bu sefer. bütün gücünü yanan ateşten alan, ödenmeyen doğalgaz faturasından muzdarip bir şekilde geldim...

susam sokağı sakinleri için yapılan kermese katıldım geçen, görseniz ne kadar yardıma muhtaç durumdalar.  hepsi birbirinden acayip, gıcı gıcı durumda. yakasına kırmızı kurdela takılmış ilkokul veledinin yaşadığı utangaçlık gibi biraz, sanırım filozofik bir olgu olsa gerek.

dikkat ettiğim bir kadınsal tavrı sezdim efendim. yani aslında hep sezerim bunu ama söylemek bu güne nasipmiş. kadınların alışveriş yapma olgusu ve bunu meşrulaştırma girişimlerinden bahsediyorum. normalde sahip oldukları bir hödöyü nasıl olurda sahip olmadığını gösterip onu alabiliyorlar anlamış değilim. 

- ben alışverişe çıkıcam hayatım.
- sevgilim zaten bir sürü şeyin var daha ne alıcaksın ki ?
- aşkım saçmalama ya giyecek hiçbir şeyim yok!

işte can alıcı kelime; "giyecek hiçbir şeyim yok!

tamam olmasa anlarım; ancak bunu meşrulaştırma kelimesi bu olmasın bari. ha anlamadığım diğer bir nokta her daim bu bahanenin kullanılması. başka bir şey bul, onu söyle, onunla kandır erkeği...

sanırım bunu anlatmak sadece akıllara mıhlanmış düşüncenin iştirakına sebep olur. 
oldu bile...


boş akbil sesinin kulak tırmalayan mırıltısından gelen edit: bu alışveriş çılgınlığı sanırım insanoğlunun yaşama belirtisi, yoksa nasıl olurda buna karşı koyarız diye düşünenler çıkardı!

meksikalı olmak lazım bazen


meksikali'nin biri bisikletle amerika'dan ülkesine dönüyormus. bisikletinin arkasında bir torba, agir agir sinir kapisina gelmis. kapidaki görevli, meksikali'nin bisikletindeki torbadan suphelenmis ve aramak istemis. torbayi acinca kum dolu oldugunu gormus. arastirmis karistirmis ama kumdan baska birseye rastlayamamis ve meksikali'nin gecmesine izin vermek zorunda kalmis.



aradan iki hafta gecmeden ayni meksikali yine bisikletle ve bir torbayla, ayni sinir kapisindan gecmek istemis. ayni gorevli yine torbadan suphelenip aramis ve yine kumdan baska bir sey bulamamis.

3 böyle 5 böyle... 


her seferinde ayni sekilde gecen bu adamda hic bir sey bulamamak görevliyi cildirtiyormus ama yapabilecegi bir sey de yokmus.


1 yil sonra görevli bir barda icki icerken, sinirda arayip durdugu meksikali'nin da ayni barda oldugunu görmus. hemen yanina gitmis ve :
- artik sana bir sey yapamam.  çok iyi biliyorum ki sen sinirdan bir sey kaciriyordun. 1 yildir içim içimi yiyor, lütfen bana ne kacirdigini söyle, demis.

meksikali hafifce kafasini cevirip umarsizca mirildanmis:
- bisiklet.


çamaşır asacak  yer kalmayan çamaşırlıktan gelen edit: ben boşuna demiyorum hep olmayacak şeyleri düşünmek lazım diye...

verdiği sözü tutap bu yazıyı okuyacak yegane okuyucum için özel büdüt: sesin son zamanlardaki en iyi tonda haberin olsun. sanırım dertlerini attın bir kenara, unuttun eskileri.   
// gözlüklü karizmatik smile hedesi //

sebeb-i telif vol: 7


>>> bim'den alınabilecek muhteşem ürünler arasına "ilkler susamlı çubuk" adındaki muhteşem ürünü eklediğim bu günlerde nedense nadasa bırakılmış toprak gibiyim. üstümdeki zararlı hayvanları temizlemek için ateşe verdim kendimi. bir bakıma pofuduk yastıklarda oturan sevgililer gibiyim. erkeğin kıçı ağrıyor ama sevgilisi omuzunda yattığından mütevelli sesini çıkarmıyor; çıkarsa nolur ki ?  nolur ?

>>> rahatlamak, kendini bulmak adına yaptığım şefkatli yastık savaşlarını kazandım. ben yendim sonunda. üzerime gelen bütün postallı eften kahramanları püftenlerle çarpıp yere tükürdüm. nedendir yaptıkları, nedendir bu hezeyanları bu ilkim-i irşatta anlamadım. insalıktan pay almamış destursuz bağa giren dürzülerden farkları yok. ee noldu sonunda? ben yendim. baştan belli olan bir savaşata kahramanlık yapmaya gelmişler meğersem. evin küçük çocuğunu yollasaydınız müsait değilim derdim. yazık oldu size; hem de çok yazık (!)

>>>  deplasmana gitmek, deplasman tribününde olmakla alakalı aslında aklımda bayadır bir şeyler vardı aklımda yazmak istiyordum ama fırsat olmamıştır. fotolarla desteklenmiş güzel bir yazı gelecek yakında ahanda buradan verdim müjdesini...

>>> gelelim fotoğrafa. geleneksel hale getirdim sanırım bu sebeb-i teliflerde fotoğraf yorumlarını. hasi siz sormadan yapayım yoksa başıma ekşiyorsunuz. efendim malumunuz şarap mantarı açılmış bir şişenin bitmediği takdirde kullanılması için tekrar şişenin ağzına takılan bir hededir. buradaki anlamına gelince; bazı olayların ağzı açılmıştı yani şişeden mantarı çıkarmıştım. baktım olmuyor bize gitmez bu, büyük gelir bir beden hemen kapattım. büyük derken taşıyamadığım için değil sadece tiksindirdiği için, yoksa onun gibilerini taşımaktan artık gına geldi orası ayrı...




serumların demir askılara asılması için gerekli plastikten gelen edit: bu yazımda edit veresim gelmedi, nedendir bilmem sakız bile patlatamıyorum. tebdil-i mekana ferahlık olsun diye uğraşıyorum. vardır bir hayır...

limonların iktidar mücadelesi


şimdi biraz düşünelim. bir işi yapmak için başkasının baskı yapmasını beklemek o işin daha düzgün olmasını mı sağlar? tabiki de hayır öyle bir durum yok. eğer biri size bir işi yapmanız için sürekli baskı yaparsa o sizi motive etmez. daha da fazla tiksindirir, mide bulandırır.

en alttaki limona bir bakar mısınız? hiç mi hiç istememiş oraya girmeyi. yanında duran belirsiz. olaydan bi haber durumda. üzerindeki limon nefesini tutmuş bekliyor ne olacak gibilerinden. en üstteki ise daha tecrübesiz, sırtına basıp bir yere gelmiş kimse yok. şimdilik tabi...

ve hanımefendinin ellerinde içeri girmemek için çabalayan tecrübeli limonumuz. hepsinden daha tecrübeli, durumun  vehametinden haberdar. biliyor içeri girdiğinde başkaları sırtına basıp biryerelere gelmek için çabalayanlar olacak. mideler yine bulanacak(!)

- bunu neden anlattın fkh

- bilmiyormuş gibi davranmayın bence, bunu yapan sizsiniz zaten!

- naptık ki biz?

- işte bunu yaptınız. hatta ilk bunu yaptınız; yapıp yapıp "biz ne yaptık ki" dediniz! yetmez mi? 

fareli köyün hayalcisi



bilmem kaç kere merhaba demek için gelmedim efendim buraya. daha önceleri devam eden bir serüvenin cildini değiştirdim sadece. sonra babamdan para alıp gittim yeni cilt aldım kırtasiyeden. eve geldim ciltledim bu serüveni. adını da FARELİ KÖYÜN HAYALCİSİ koydum. 

takip edenler bilir az çok. bazı duyguları açığa çıkarmak için para alırım devletten. bakıpta göremediğiniz durumları gösteririm size.

neden böyle bir şeye gerek duydun ki sorusuna verilecek cevabım hazır!

Kiralar pahalı geldi..!

bedende yapılan kazı çalışması


şimdi efendim; bu yazımda öyle güzel, öyle anlamlı kelimeler kullanamam lazık ki hakedilen değer verilsin. tamam belki heybemde onu anlatacak kelime bulmakta zorluklar yaşanabilir; amma velakin  tedbiri elde bırakmamak için de vallahi kasmam lazım!

ahanda kasıyorum. ben teşekkürümü ettim gerçi her ne kadar az olsa da, her ne kadar yetmese de. -yetmedi derken bu benim fikrim tabiki- siyah saçlardan bahsedelim birazcık. hani şu asaletin dibine vurmuş, beklemedik yerden çıkan final sınavı sorusu gibi. zaten beğenisi tecrübe ile tasdik edilmiş, üstüne porselen tabakta yanına dondurma konmuş baklavalar tadında iç gıcıklatıcı. sözün özü güzel efendim güzel!

fotoğraftaki çalışmadan bahsedelim birazda. efendim bu çalışma belediyeden izin alınmadan başlamış bir kazı. işçileri kendisinden beklenen çabayı göstermiş, bakın deliler gibi çalışıyorlar. yol tabelaları, çıkan harfiyat hepsi orada. ha bunun konuyla alakası ne ola ki diye soranlar olacaktır sanki. var mı? varmış...

bu fotoğrafın konumuzla alakasına gelince; 
elinde kitap küçük şirin bir fransız kafesinde oturup eyfel kulesini seyre dalmış, siyah saçlarının asaletinden fransa'ya savaş açmış bir kahramandır. kaçıncı savaşından galip çıktığı tarih kitaplarına sığmayan bir kahraman...

sebeb-i telif vol: 6


>>> Yıkadıktan sonra hemen kurumayan çamaşırlara sinir olma hali var bu aralar bende. Nedendir bilmiyorum kurumadı gittiler. Hayır onu geçtim bir de kokuyorlar ona sinir oluyorum Ulan neden yıkadım ben o zaman sizi..? Asıyorum olmuyo, kalorifere takıyorum olmuyo. (belki yanmadığı için orası ayrı)Koyarım böle işe. Ama kökten çözcem böyle giderse. Bakalım o vakit nolacak...

>>> Çoktandır Sebeb-i Telif yazmamışım onu fark ettim. Yazmak için değil de, sanırım hissetmemiş bişeyler. Kavanozdaki reçel gibi yapışkanlığı sadece o cam şişede yaşamışım sanki.  Eldivenleri giymek için hemşiresinden yardım alan doktor gibi hissetmişim. Evet evet öyle yapmışım. Bırakıp gidekcek yeri olmayan evsizlerden borç para almışım ki; ödemeye geldiğimde aynı yerde buluyum. Ne kadar mı aldım; hiç..! hem de koca bir hiç..!

>>> Yukarıda ki resimden bahsediyim biraz. Tamamen gerçek haa. İmrendiniz di mi..? Valla ben bu aralara çok İmreniyorum ne yalan söyliyim. Haa unutmadan fotoğraf İtalya'dan, Napoli'den.  2 ay önceki seyahetimde isteyip gidemediğim yerlerden biri. Geçen gün buldum bir yerden. Dedim yapılacak bir plan daha hayat için. Hem de en İmrenilenlerden, en içten olanlarından... Bakalım nasıl olacak bu sefer, hangi ülkede kimle olacak..? Siz İmrenin durun bakalım, ben zaten duruyorum...

>>> Geri dönüşlerin en içten olanların birini yaşadım sonunda. Kendine sağ üst tarafı ıssırılmış (ki bu sahte olmadığını gösterir)  elma markasından aldığı notebook'u ile ülke topraklarına ayak basan rapci tavşanı selamlıyorum. Hoşgelmişsin mirim, hoşda olasın..!

>>> Az kalsın unutuyordum. 9 senedir özenle uzattığım saçlarını kesitrdim ulan. Valla sanki önemsiz bir durummuş gibi. Bak hele sen bi yaaa. Unutsam sanırım hatanın hasını yapmış olurdum. Bilinler bilir; uzun sarı saçlarımı. Yani artık resimlerde mi bakar iç geçiririm bilmiyorum ama sanırım artık benim için bir devir kapandı. Açılan yeni devre tavsiyem; "Değişen ben değil, dönüşen savaş, yaşlanmakla ıslanmak aynı şey..." Uzatmak isteyişimin ilk sebebi; mahalle maçlarında tafa topuna çıktığımda saçlarımın sağa sola sallanması içindi. Sonraları değişti tabi. Orasını karıştırmayalım şimdi :) Velhasıl-ı kelam giden gitti. Beğendim ben ama; sanırım bu yeter. Merak edenler için bir gece düzenlenecek merak etmeyin. Bütün meraklar giderilecek...

>>> Bahama planından da bahsedip bitiriyim bari. Evet Bahamalar'a gidiyorum. Yalan değil ulan harbiden gidiyorum. Zaman belli değil gibi. Belki yarın, belki 1 sene sonra. Ama gidiyorum. Söyleyince yapıyorum ya ben de buna bayılıyorum :) gelişmelerden haberdar ederim. Kıskanın valla umrumda değil :) Di mi lan Baha..?




İncecik, sapsarı kumların hafifce dövdüğü yemyeşil denizden gelen edit; Hayata gark olmuş her beden, bir gün mutlu olacaktır. Ama unutulmasın ki her canlı ölümü de tadacaktır..!!!

artık olmayacaklar listesi #1


Tarihsel devrim kitapları alıp kitapçının birinden, duvarda ki takvime bakasım geldi. Gelincede örs, çekiç ve üzengi kemiklerimden gelen çınlamaları dinledim. Baktım bir boka benzemiyolar ben de tuttum detayları düşünmeye başladım. Neler çıktı neler. Bakın hele;

Aşağı yukarı her sene düşünülür; yahut o seneyi yaşayanlar bir özelliği varmışcasına bunu yaşarlar. Şu gün\ay\yıl'ın aynı sayıya geldiği tarihlerden bahsediyorum. Misal; 08.08.2008 gibi. Bu ikibinli yıllar öncesi baya yaşanmış bir durum. Yani çoğu kez karşılaşılmış. Yani benim için bir özelliği yok, sizin için var mı onu da bilmem. Arada kalmışlıkları anlattığımdan mütevelli bunu da yazasım geldi. Ancak 2012'den sonra bunu yaşayamayacağız farkında mısınız..? Olay şudur ki; ay hiç bir zaman 13 ve üzerine geçecemeğinden üç basamakta aynı sayı olmayacak. Yani artık 3000' li yıllara kadar böyle bir şey göremeyeceğiz !..

Şimdi böyle bir şeyi yaşadığımız için şanslı bir nesil olarak mı görelim kendimizi; yoksa "ulan ne önemi var bunun salla yaa" diyenlerden mi olalım merak ettim. Önümüzde şunun şurasında 2 sene var ve biz bu durumu bu sene dahil 4 kere daha yaşıcaz. Ben şanslıyım bu guruhta olduğuma, en azından aklıma geldiği için.

Sizi bilmem valla, akıllı olan benim, mallar düşünsün !.. /bencil tavir hedesi/



Aklımın ucundan gelen edit: Bundan sonraki ilk tarih; 09.09.2009 kaçırmayın diye şeettim. Malum bu tarihte evlenecekler filan olur, bu tarihi beklerler kaçmasın kıçlara... 

Yüce Zeus'dan gelen edit:  Düzeltmeyi yaptığı için Burçin'e teşekkürü bir borç bilirim...  /ciddi eleman tribi/

sarı basın kartı kudursun dursun



Bilenler bilir; taraftarın medyaya, Osman'a ve onun değerli Tamburuna Hıncal'a ve belinde ki Kulunça verdiği tepki durduk yere değildir. Zamanında yapılan yalnış bir habere tribünün verdiği tepki "Fotomaç Senle Kıçımızı Siliyoruz..!" şeklinde idi. Anlayana tabi.! Özgür basın diye orasını burasını yırtan, yazmamız engelleniyor diye ebelek şekilde ekranda boy gösteren dımbıllar oldukça daha çok ötersiniz bok herifler sizi. Derdim malum takım için yazıldığından değil, sinirli de değilim haa; sadece adaletli olsunlar. Kalemleri eşit yazsın puntoları, birilerini pofpoflamasın !..


Yazmıyım dedim ama yazdırdınız; bunları yazarken tesadüfe bakın ki aklıma şu tezahürat geldi;



" İbne basın bunu da yazın...!"

bigudili karmaşık sohbetler

Şu saçlara takılan bigudiler gibi geldim bu sefer. Sarıp sarmaladım, tutup sımsıkı. Alıp yuvarladım, yokuş aşşağa. Amanda nasıl güzel, nasıl hoş oldu; nasıl debelek oldu bir bilseniz. Valla ne yalan söyleyim, için kıpır kıpır. Neden bilmiyorum. Aramıyorum da. Kumbarasında ki parayı merak eden çocuk edasındayım. İçindekileri alsada nereye harcayacağını bilemeyen, sümüklü veledin tekiyim bu aralar. Oscar gecesinde ki mikrofonunm ayrıca; herkes beni tutmak için debelenip duruyo...

Bugün ne gevelicem diye merak edenlere ("gevelemek" kelimesi bilerek seçilmiş olup, bazı çağrışımlara mahal vermesi önemle rica olunur! ) Tarkan'dan "Dön Bebeğim" i armağan ediyorum. Niye bu parça onu da bilmeden yapıyorum. Dinleyin; ama bir ders çıkarmanın manası yok. Yani siz elmayı vitamin olsun diye yersiniz; fakat elmanın haberi yoktur. Bundan mütevelli kasmayın efendim, kasmayın...

Cmabridge üinvertisinde yaıpaln bir arşaıtrmaya groe, bir kleimedkei hafrlrien hnagi sıarda didizlikleri dğeil, ilk ve son hafrrlrein dğoru yedre olamalrı öenm tşamıatkadır. Geirsi taammen kamradaşır ve ynie de suroznus olraak okubanilir. Buunn sbeebi isnan benyinin her hafri tek tek dieğl kemileellri bir btüün oralak omukadısır.

Yani kelimelere bakmak yerine biraz anlam bakmak lazım, ne düşündüğünü araştırmak yerine düşündüğünü söylemek lazım. Ben nıasl yarzaısm yızaıym öemli oaln alnamdır. Fark ettiniz mi? Bunu anlamak için çaba harcatmadım bu sefer; çünkü kalmadı cebimde hayal edip kumbarama atacak praa...

makarna öncesi domates sonrası savaşları



Fazla uzun durmucam bu sefer, birine bakıp çıkıcam. Hatta bakın bugün bişey olarakta gelmedim. Öyle mal mal, sap gibi geldim. Halaylara da katılmadım, horonlara da. Ne işim var dedim. Çıktım geldim. Islandım birazda. Olsun değdi ama, güzel gündü; sebebi güzel olandan sanırım. Resimleri de güzel çıktı, baktım evde valla beklediğimden de güzel hem de. Yollucam yakında, merak etmeye gerekte bırakmıcam ayrıca...



Ya ne dicem, insan bişeyden kaçar, o peşini bırakmaz, sürekli üstünüze bulaşırya, aynen onu yaşadım geçen akşam. Ulan ben evime haberleri izlemiyim, boktan püsürden haberim olmasın diye televizyon almıyorum, elin koca göbekli geviş getiren hayvanı yüzünden nadir mutlu olduğum anlardan birinin içine ediliyo. Neymiş efendim, amcamız hergün gelirmiş, sorunluymuş filan. Banane lan, banane! Gitsin evinde izlesin haberini, orda yapsın ne yapacaksa. Terbiyesize bak yaa. Haa bide Ankara'nın seçin şeysini izliyo. İstanbul olsa anlıcam, ne işin var Ankara'yla. Kanalizasyon çukurlarına düşesice, oy sandığı kılıklı dımbıl tosba. Valla halen sinirliyim. Hayır bir de başka kanalı açtırdık, sonra tekrar değiştirdi. Ulan varya dedim, kalkıp uç yan masadan...


Neyse öyle işte, güzelim gün böyle tostik başladı. Allah'tan güzel bitti. Hakakten güzel bitti, sebebi belliydi; etki-tepki prensibi devredeydi hemde hiç olmadığı kadar. Olmayan o beyaz krema bile ikinci planda kaldı. (Bana göre tabi) Belki de kaldırıldı. Ben bişey yapmadım, o da yapmadı. Kim yaptı umrumda da değil. Oldu öyle, valla ne yalan söyliyim güzel de oldu...


Hafif yağmurlu İstiklal Caddesi'nden gelen edit: Yağan yağmur mudur; yoksa hayat mı? anlamadım...

böğürtlenli mercimek reklamı

Böğürtlen reçeli gibi geldim efendim bu sefer. Hani dalından koparılıp yapılınca tadından yenmeyen, kaynatırken rengini o çelik tencereye veren, geri almayan. Soğusa da dibinde kalanları parmağımızla yalasak dediğimiz reçellerin kralı gibi... Taş fırından çıkmış ekmeğin üzerinde ki duruşu, sanki koca bir bardak kahvenin üzerinde duran; masum ama bir o kadar da cürretkar beyaz krema gibidir. Sadece o satılsa alınır, o yeşil pipetlerle bile yenir yani...
Onu çok sevenlere bırakıp geçelim konumuza. Ayakta kaldınız! Buyrun. Lütfen ben oturmucam, siz gelin lütfen. Lütfen buyurun. Oooohooo bu böyle böyle sürer gider çoğu zaman. Yani şu insanımızın birbirini ağırlama mevzuhu hakkaten komiktir. Oturmak için koltuk sayısı, o koltuklara koyulacak göt sayısından fazla olsa bile yaşarız bunu. Halbu ki otur be kardeşim, oturursa oturur, oturmazsa da kendi bilir sallaaaa. Konuya geçelim derken yine dağıttım gidiyorum. Yukarıda ki fotoğrafla alakalı anlatıcam bişeyler. Okumuşsunuzdur; ki okumadıysanız sizi yukarı doğru alalım. Aile yerimiz orda çünkü. Neyse bakıldığında bir reklam gibi durmakta. Evet o kadar sezdirmese de kendisini, biraz göz kırpar cinsten. Yahu onu bunu bırakın, nasıl bir telkindir, nasıl bir istek, nasıl bir fantezidir bu ulan. Hangi guruh bunu yapar. Hangi sevgi bunu böyle söyler aklım almadı valla. "Ona 8 aydır aşkını kabul etmesi için yalvarıyor HALBUKİ bütün bunları yapacağına ona yarım kilo kırmızı mercimek alsaydı mesele kalmazdı "
Şimdi düşünün; aşk öyle bir haddeye gelmiş ki, kız erkeğin alacağı yarım kilo (-ki neden bir kilo değil de yarım kilo onuda anlamadım) kırmızı mercimeğe tav oluyor. Ya da şöyle söyleyelim; erkek o kadar mal ki, döktüğü dil yerine HALK BAKKALİYESİ sponsorluğunda mercimek verse kıza olay bitti. Yani tamam bunun gibi işletme final sınavını andıran aşklar fazla yok; ama be amca yani yaptığın mallığın dik alası. Nasıl reklam lan bu !?! Ciddiyim bunu yapan olmuştur, yani hakkaten olmuştur. Belki faydalı oldu orasını bilmem; fakat bundan sonrası için bu bakkalın reklamında fırın kullanacağı kesin. Malum mercimek var ortada (gözlüklü adam smile'ı)

havalimanları ve çaydanlıklı katil


İç bükey aynalar gibi geldim bu sefer. Hani şu baktığınızda farklı gösteren cinsten. Ama bakmayın utanıyorum. Daha yeni büyümüş veledler gibi. Sümüklerini annesinin ördüğü kazağın koluna silen veledler. Yalan söyler ben yapmadım diyen, ben bilmiyorum diyen hilafın dik alasını yapar. O yüzden susun ve kabul edin. Siz de yaptınız...

Yine garip başladım yazıya, muz tabir ettiğimiz ortaların biriyle geldim. Nadir gelişen Osasuna atakları gibi zaman zaman tehlikeli oluyorum bu aralar. Ne biliyim tehlike kokuları almıyorum ama hadi hayırlısı. Alt satıra geçmeden hemen başlıktaki tezatlıktan bahsediyim. Şöyle ki efendim; başlığa bakarsanız havalimanlarından bahsetmem gerekiyor; fakat araya giren çaydanlık mevsuhu olayın yönünü farklı cenaplara çevirdi. Hadi hayırlısı bakalım. 
Pipi gibi Dipnot:  {cenap; taraf anlamına gelen arapça bir kelimedir.

Havalimanları haşlanmış yumurtanın ta kendisinidir efendim. Çok beklediğiniz de kaskatı kesilir, eğer çok kısa sürerse bu buluşma çok cıvık olur. Ortasını tutturmak ise biraz şans birazda beceri ister. Ama mutlu olduğum yerlerden biridir şu havalimanları. Bazı özgürlük hissi veri, bazı ise mest eder beni. Çok anlatmaya gerek yok. Aslında ne zaman gitsem mutlu oluyorum. Açıklamıcam ulan sebebini, yani fazla anlatmıcam. Bahsettim biraz ordan süzün bişeyler. Olmadı posasını yiyin, süzgeçte kalanları atın ağzınıza. Tadi fena değil, güzel hatta. Siz bakın hele bi eğer beğenirseniz ben yollucam size...

Gelelim çaydanlık mevzuhuna; havalimanı ile bağlantısı konusunda gerçekten bir kuramım yok. Yani ben kuramadım. Kursam da olmazdı sanırım. Kısaca babasının kafasına, sadece çok hızlı çay içiyor diye çaydanlıkla vurmayı planlıyan insanlar var çevremde. Yani Steven King tarzında cinayetler planlayan, onları hunharca işlemek isteyen. Yatağına yattığında yorganı kafasına çekip, el fenerini kendi yüzüne tutan, bembeyaz dişlerini masum ayaklarına yatıp etrafa gösteren, sonra gidip Colgate reklamlarında onları sergileyen caniler. Pişmiş aşa su katan, annesinin yıkadığı tülleri asacak kadar uzun boylu caniler. Korkmuyor değilim, çekiniyorum hatta. Belki emelleri beni de öldürmektir. Belki evlerinde bulunan o dondurucuya beni de koymaktır. Hede hödö size, ayıp ayrıca yaptığınız. İnsan babasının kafasına çaydanlık vurmak ister mi ya..? Bir de demez mi, sadece vurucam içinde ki suyu dökmicem diye...



Atlanta Havalima'nından gelen edit, büdüt: Havalimanı mevzuhu göte gitti, Allah  senin gibi canıyı bildiği gibi yapsın ne diyim :)

ıslak saç ve fön makinesi üzerine bir araştırma

Dikkat; az sonra okuyacağınız yazı sadece bir tespit olup, genelleme yapılmaması, acaba ben böyle miyim diye kişisel sorgulamalara mahal vermeyecek şekilde özümsenmesi önemli rica olunur. Evde de tek başınıza deneyin, sorun filan olmuyo..

Beyaz bir silahtan beklenilen sadece insan öldürmek midir? Soruyu sorup kaçmak vardı; ama yapamadım. Kaldı ki bu bir silahta değil. Bildiğiniz fön makinesi. Vallaha yaa bakmayın öle, bildiğin fön makinesi. Nereden çıktı ulan bu konu şimdi diyenleri görüyorum ayağa kalmanıza gerek yok, oturun...

Yaptığım ince, detaylı ve pofuduk incelemelere göre; insanlar banyo yaptıktan sonra saçları yaşken daha agresif oluyorlar. Evet yalnış duymadınız daha agresifler. Belki doğru kelime değil; ama tespitimde rastladığım en baskın hareket bu! Ellerini daha fazla sağa sola sallıyorlar, daha fazla insanların üzerine gidip onları daha çok tersliyorlar. Tamam belki onların doğal hali olabilir, belki onlar hayatlarını böyle devam ettirdiler; fakat kardeşim ben tanıyorum böyle değiller. Yani onlarda sakin oluyorlar, onlarda içten oluyorlar. 

Mesela bir keresinde saçı ıslak, fön çekilmemiş (daha doğrusu kurutulmamış) halde konuştuğum şahs-ı muhteren bana bağırdı. Kelimeleri sevmediğim bir yemeği annemin yedirmeye çallışması gibi ağzıma tıktı. Savundu, savundurmadı. Esti, üşüttü hatta. Bunu istatisliklere vurduğumda ise bu 3. (üçüncü) kereydi. Yani o hep banyodan çıktığında, saçı ıslakken ve fön çekmemişten çok asabiydi. Tamam belki ruh hali öyleydi, belki sadece o an içindi; ama bana çok bağırdı. Teşhis doğruydu yani...

Sonuç olarak ülkemizin %76'lık kısmı (bu orana da nasıl vardıysam) banyo yaptıktan sonra daha agresif, daha pofuduk ve daha gogolok oluyor. Hakkaten öyle oluyor, dikkat edin sizde fark edeceksiniz. Benden söylemesi, siz siz olun yeni banyo yapmış, saçı ıslak birine daha sakin davranın. Çünkü onlar o haldeyden 26 kaplan gücündeler. Öyleler vallahi, vallahi öyleler...

Tespitimde son devrelere girildiğinde ise bu tavırların daha azaldığı, bunu onlara anlattığımızda kabullenme hatta ve hatta yaptıklarından mütevveli üzülmeler görülmüştür. Bu da onlarda ki bu garip tavırların aslında istem dışı yapıldığını ve geçici tribal enfelsiyonlara sebep olduğu sonucunu çıkarmıştır.

Araştırmamız kısaca bu şekildedir. İnsanlığın yararına olması dileği ile;

Araştırmayı yapan kurum; Kapris, Trip ve Saldırılara Göğüs Germe Birliği Jamaica Şubesi
Araştırma görevlisi; Dudak Nemlendiriciyi Severek Kullanan Oluklu Mukavva
Denek; Yarım Kilo Çikolatayı Bir Oturuşta Yiyen Uzun Yol Kaptanı

Metrobüs SSK Hastanesi Durağı'ndan gelen edit; Bağırmadı efendim, sadece sesini yükseltti :)

savaşı kutsal yapan baltalar


Aylardır dolapta bekleyen peynir tabağı gibi geldim bu sefer. Garip bir geliş anlıcanız. Sebebi belli olmayan bir savaşa başlamak belki de. Kazananın hiçbir zaman belli olmayacağı, olamayacağı bir savaş. Sınırları belli o hayal ülkesine fethe çıkılmış, o engin tepeler aşıldığında karşısındakini görüp sadece bakakalmış bir ordunun komutanı var karşınızda. Dizlerinizin üzerine çökün ve başınızı önünüze eğin; çünkü hüküm de benim hükümdar da...

Hadi şimdi devam edin ne işle uğraşıyorsanız, bırakın bunu okumayı. Daha feth edilecek çok ülke var. Tabi sizin için...

amerika vizesi


Hoşşşşşşşşşiiiiiikkkkk diye geldim bu sefer... Vallahi özlemişim yazmayı. Nedir ulan bu yoğunluk ben mi kurtarıcam Turkcell'i. Çalış çalış nereye kadar.? Aslında iyi de olmuyor değil; ama yine de yorucu be kardeşim...

Bu sefer ceza sahası dışına çıkıyorum, yazarken neler hissedicem, neler yapıcam orası mechul. Konu da zaten olmadık  zamanda gelen misafir gibi, gereksiz belki. Markette yeni çıkan bir ürünü görüp acaba nasılmış diye merak edişler barındırır içinde. Barındırsın dursun ben yazıcam valla...

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu sefer Amerikan Vizesi'nden bahsedicem. Tamam nerden çıktı şimdi sorularına açığım baştan söylüyorum. Belki olmadık zamanda gelen misafirden öte, en sevdiğiniz t-shirte çamaşır suyu damlaması gibi. Garip anlıcanız, enterasannnnnnnnnnn.

Malumu olanların üzre, bilinen en garip vizelerden biridir ABD vizesi. Hani gerekli midir, lazım mıdır orası tartışılır. Ben milliyetçiyim hede hödösü içindeki bukalemun kılıklı çamaşır kurutmalara ise dicek lafım yok. Kıçımı yesinler. Neymiş ABD şöyle, ABD  böyle. Emperyalistmış, Q klavyeymiş, F kalvyenin .ötüne koyarmış filan. Koysun dursun sizene ulan:) O yüzden umrumda değil, siz de anladınız sanırım.  Yani kızdığım nokta, sevmezler etmezler; ama gelin gidiyoz diyince "Ben hazırıııım" diyen de ilk onlar. Anlamadın ne ayak..? Hayırlısı artık...

Geçenler de yine yolum düştü Amerika Konsolosluğu'na. Bilenler bilir. İstinye'de yüksek bir tepede konuçlanmış [bu arada konuçlanmış kelimesini ilk kez kullandım baya zevkli lan :) ]  gördüğüm en sıkı güvenliğe sahip bina. Gerçekten manyak adamlar. İçerinin planını öğrenmeyesiniz diye sadece asansör ile gidiyorsunuz görüşme bölümüne. Kapıları açmak zaten başka dert. İnanılmaz ağır ve sert. İki kişi anca açabiliyor. Belki haklılar orasını bilemem; ama sanırım bizim bok yememiz bu. Ne bok yediğini bilmeyen dallamalar gidip Amerika'ya zarar vericem diye elinde kıçı kırık silahla o binaya saldırıyor. Olan yine bizim polisimize oluyor. Ne diyeyim ki ben bu tezek beyinlilere, Allah belanızı versin..!

Konu dağılıyor gittikçe toplayayım. Öyle işte yolum düştü demiştim. İçeride duran fenerbahçeli bir kusmuk var. Heryere bayraklarını filan asmış. Resimler filan. Hayır fenerbahçeli olduğu için demedim. İnsanlara davranmayı bilmeyen bir sıçmık o. Gelenlere tavırları, hareketleri filan; sanki kendi veriyor vizeyi. Ulan laktik asit sana noluyo? Sadece evrak kontrolü yapan bir çuvalsın. Haa bir de Türk haaaa. Amerikalı olsa anlıcam, dicem gıcığı var adamın Türklere. Ama yok kardeşim. Milletin evrağına bakıyor, bu olmamış , bu olmamış filan yırtıp atıyo. Yani biraz daha saçmalasa dicektim valla noluyo lan bok çuvalı, adam gibi davran insanlara, Türkiye burası..! Neyse ki duruldu biraz, sakinleşti sap. Akşam karısından azar yer böylesi, gelir sabah millete patlar. Bildiğin bankacı yani :) Öle işte durum bu anlattım valla. İster okuyun ister okumayın. Severek yazdım bu sefer. her zaman ki gibi içten yazdım ayrıca. Yazıdan çıkarılacak derse gelince; Anam, yavrum, kuzum. Siz siz olun Galatasaray formasıyla filan gitmeyin ABD Konsolosluğuna. Valla kapıdan almaz o tosbağa sizi. Kalkmış mirim, adamın götü kalkmış...!



İstinye taraflarından gelen edit:    Bu arada gitmişken 10 yıllıkta ABD vizesi aldım :) Napıyım seviyolar beni :)))

sebeb-i telif vol: 5

Bir araya giriştir bu yaptığım, küçük bir debelenme çabasıdır...
Hededir, hödödür...


>>> Şu ortasında beyaz çizgi geçen yeşil silgiler geldi aklıma. Hani ortasından delik açıp içinden ip geçirdiğimiz; ama yine de kaybettiğimiz. Kendileri sanırım şuan üretilmiyor. Bir çoğumuzda eminim çokça anısı vardır. Bende erken kalkılan sabahların, soğuktan titreyen küçük çocuk bedenlerinin ve bir lokma bile yiyemeden gidilen sabahların anısı, belki de acısı var. Cebe konulan ve sadece bir simite yetecek kadar para; aslında öğle yemeğinde kesinlikle eve gelineceğinin göstergesi. Yahut, senenin başında alınan yağlı kağıttan takvimlerin ciltlediği defterleri eldiven takılı olmayan, sadece kendine bile yetmeyen nefesle ısıtılan küçücük ellerde taşımanın verdiği o rahatlık, üstüne üstük cesaret var...

>>> Bir gün önce Hz. Mevlana'nın bir şiirini belki de en güzel şiirini yazdım. Onun üstüne yazmak, bir şeyler anlatmak gerçekten çok saçma. İfade etmeye kalkışmak bile sanırım ahmaklık... Gereği düşünüldü şeklinde biten bir davada hep mahluk gibi hissedersiniz kendinizi. Oysa ki mahluk beklenilenden çok başkadır. Hz. Mevlana'nın Şems'e olan aşkı gibi...

>>> Bırakıp gidenleri hatırladım bugün, belki de arkasına bile bakmadan terk edenleri. Helallik vermeden, yüzünü bile göstermeden gidenleri. O kadar ani gittiler ki hayatımdan, her seferinde gelişlerini bekledim. Sonradan ziyaretlerine gittim. Sadece su dökmek için çatlamış topraklarına. Ruhlarınız şad olsun...

>>> Hep eskiyi hatırlıyorum bugün. Banyo yaptıktan sonra geldiğimiz oturma odasını mesela. Soba borusundan akan o siyah kömür isi, onu engellemek için altına bağlanan mintax kutusunu, Tüten soba sonrası açılan camın odayı soğutmasını, hepsini. Bir özlemden öte bilindik bir besteyi acaba çalabilir miyim diye tekrar eline almak gibi. Meğer çalabiliryormuşum, bravo bana…

>>> Eskiyi anlatmaktan, yaşamaktan hatta dinlemekten bıkanlara olsun bu yazdığım satırlar. Atın ulan kendinizi yanan ateşe, atın ki yanasınız. Sesiniz çıkmasın, inkarınızdan mütevveli eskiyi. Hiç utanmadan yaptığınız bir dehşeti, insan öldürmeye meyl etmiş, kendini haşa Allah sanan deyyuslara olsun bu yazdıklarım. Korkunuz bile az gelecek size, daha neler göreceksiniz neler. Su diye inleyeceksiniz yağmurlu havada. Ahlakınızı satacaksınız ulan bilmem kaç paraya. Kıymak nedir bileceksiniz bir çocuğun canına! Aha da yazıyorum buraya. Bulacaksınız belanızı..!

>>> Bu sefer fazla fevri oldu yazdıklarım, belki de en özeli. Ama vardır bir sebebi, olmalı daha doğrusu. Fotoğraftan bahsediyim bu arada; Amerika'da çekilen bir an. Hayatımda verdiğim en güzel, en özel poz sanırım. Özgürlük duygusu mu dersiniz, yoksa özgürlüğün ta kendisi mi bilemem. Sanırım nesilden nesile geçecek bir vasiyet olacak. Tıpkı duvarda asılı duran Köstekli Serkisof Saat gibi…

>>> Ha unutmadan; bugün benim doğum günüm..!

tek parçalı puzzle



Murphy'nin altın kuralı; "Altını olan, kuralı koyar..!" Kuralları koyma zamanın geldiği bir anın sabitlenmesidir yukarıda gördüğünüz fotoğraf. Beyaz pardesüsü kışın asaletini ne kadar üstünde taşırsa taşısın, ondan daha çok kendi katmıştır bu asaleti geldiği bu şehre. Trenden indiğinde o kadar şaşkındır ki, ilk gelişi olduğu bellidir tıpkı benim gibi...

"Acaba nereye gitmeliyim ?" sorusunun cevabını elinde tuttuğu kağıt parçasında aramakta; bulursa da kimselere söylemeyecek bir sırrı bulmuş gibi sevinecektir. Baktığı tarafta Vatikan var; hani şu nüfusu 4000 civarında dünyanın en küçük ülkesi. Papa'nın ebedi istirahatgahı, şekl-i ihtişamını sebeb-i iştirakından alan... Uhrevi bir ritüeli almış kenara koymuş gibi durur ortada öylece, bakıp sadece susarsınız..!

Olası bir yanılgı; akşam saatlerinde indiği şehirde kaybolmasına sebep olacak, belki hiç olmadık bir güruha dahil edecektir onu. Hani şu geldiği ülkede yahut şehirde sadece orda olmak için bulunduğunu belirtmek için; ne ete ne göte gelenlereden biri gibi...

Tercih onun ben sadece onu izledim, sonunda dayanamayıp fotoğrafını çektim bir de. O bunun farkında değil. Sadece kaybolmak üzerine tesadüfi bir kronoloji çıkartmış Luis Vuitton çantasından, 71 parçasını oraya buraya saçmış toplamaya çalışıyor... Çalışsın dursun, ben size fotoğraftan bahsediyim;

Fotoğraf, Roma Tren İstasyonunda çekildi. Sırt çantanım ağırlığından olsa gerek, yere oturmuş 4 saaten fazla süren yolculuğun yükünü atmaya çalışıyorum. Hava soğuk, belki biraz yağmur... Aynı vagonda olduğumuz, sadece pardesösünün rengine gözümün takıldığı, tanımadığım etmediğim o bayan çıkageldi. Elinde Roma haritası, sadece bakıyordu. Kendine güveninden mi olsa gerek tam bilmiyorum, kimseye sormadı. Belki de soramadı... Bu arada onda ki bu endişe, boynumda asılı makineme öyle bir baktı ki sanırım benim bile çekmeme gerek kalmadı o anı..!

Keşke yanına gidip gösterseydim fotoğrafı; al naptın bana bak deseydim...

Mutlu musun şimdi..?

topitop'un tarihçesi


"içsel gecelerin düşsel avuntularına sırt çevirip senden söz açmak... güzeldi !.." Bir alışkanlıktan öte olan şeylerden bahsedicem bu sefer. Belkileri tutup kulağından yanıma oturtucam, ona nasihatler edicem bildiği şeyler hakkında. Kendine pay çıkaranlar için sadece bir nasihat; pay öyle çıkarılmaz işte böyle çıkarılır..!
başlangıca bakarsak bahsedeceklerim çok önemli gibi durmakta. Bilinler bilir, ben sadece detayları anlatıyorum. Hepimizin yaşadığı, o yazı tahtasına tırnaklarını süren çocuk edasıyla. Belki sinir bozucu ama; okuyunca yüzde beliren gülücükler için para almamam sanırım durumu eşitliyor. (bkz: 1 - 1)
topitoplardan bahsedicem. Hani şu herkesin hayatında bir kere yeme cürretinde bulunduğu, kimileri için şekerlerin kralı, kimileri için bir seks objesi... İtiraf ediyim yemeyeli sanırım 20 seneden fazla oldu. Sadece bir sohbet sırasında(bkz: lanetin tarihçesi değişiyor) aklıma gelen ince detaylar için açtım bu sefer sayfayı. Hakkikaten bazıları için hastalık boyutundadır. Alırken öyle bir iki tane de almazlar. İlk önce dükkan sahibiyle yapılan " Kolalı var mı.?" sohbeti, yerini topitopların üzeri kırmızı plastikten kutusunun içine elini kaldırmakla devam eder. Sebebi çok bellidir. Bütün kolalılar (ki bazı zamanlar elmalı da olur bu) bitmiştir ve o kırmızı plastiğe takılı kalanlar sadece diğerleridir. Ne kolalı vardır ne de elmalı. Hayal kırıklığı değildir aslında bu, eğer bulunamazsa bile kesinlikle kalanlardan bir iki tane alınır. Hadi bakalım sırada ne var..?

tabiki o muhteşem anda sıra. Topitopu yemekte yani... Nasıl bir zevktir gerçekten unuttum. O jelatinin ilk açılma anı. Bazen çok iyi kapatıldığı için dişle açma telaşı, sabırsızlanmalar hepsi bir diğer bölüme geçmek içindir. Tabiki başaran yine hep siz olursunuz. O ilk tadı alma anı, hani şu tükrük bezlerinin daha fazla çalıştığı lahza (bkz: eski dilde "an") sanırım herşeyin başlangıcı, geri dönüşü olmayan bir gondol korkusu gibi. Artık binmişsinizdir yani... İlk seferinde şekerin kuru olması tad almayı ne kadar zorlaştırıyorsa da, ıslandıkça alınan o kola tadı, kendinden geçmek için yeterde artar bile... Gittikçe küçülmektedir artık topitop; üzülür kimisi, kimisi buna bir anlam veremez (bkz: ben) ama herşey bitmemiştir. Sıra o beyaz plastik çubuğun topitop ile birleştiği yerden kırılıp tamamen ağza hapsedilmesine gelir. İşte bu an zevk doruklardadır. Bilmem kaç yüzyıl önce tanımlanamamış bu ihtişam pırıltıları, yerini alınan tad ve lezzet ile hisseli harikalar kumpanyasına bırakır, açıktırda perdesi bu sefer...

ne kadar hapsedersek hapsedelim, şekerin içinde kalan küçücük plastik parçası özgürlüğüne kavuşacaktır. Onu dışarı çıkarmak için gönderilen iki parmak (ki her zaman işaret ve baş parmaktır) ve onu çıkarırken üzerlerine bulaşan şekerli hal onları yapış yapış eder. Bu aslında onlarıda yalamak için bir sebep teşkil eder. Zannımca bilerek gönderilmişlerdir. Ne kadar bilinçli yapılmıştır öyle değil mi..? Aslında alışkanlıktır bu, bilerek yapılmamıştır. Onlarda yalandıktan sonra geriye kalan; buruş buruş olmuş bir jelatin kağıdı, biri diğerinden daha uzun beyaz plastik çubuklar (ki onların uzununun içinede hava üflenmeden gönderilmez) ve ağızda kalan ya elmalı yahut kolalı tad !..
sırada ise acaba vardır. Acaba bir tane daha yesem mi sorunsalı. Aslında yetmez ama; bu anlattıklarımdan sonra gidip bir tane topitop alacakları düşünürsek zaten onlar bu duyguların hepsini yaşayacaklar. (bkz: ağzınız sulandı ve dilinizi üst damağınıza sürüyorsunuz şuan, şimdide yutkundunuz) Unutmadan, yukarda iki tane parmaktan bahsettim. " (ki her zaman işaret ve baş parmaktır) " bu sırada o iki parmağın hangisi olduğunu hatırlamak için parmağına bakmayan ya da onlar birleştimeyen varsa topitop ısmarlarım :)

SıfırBirSıfırBirİkiSıfırSıfırDokuz

>>> Yeni bir olgu için yazmaktansa, onu yaşamayı tercih edenleridir bu yazdıklarım. Temennileri bir yana bırakıp, aldığı şarabı sadece buna meze edenleredir. Bitirememiştirler bile iki kadeh daha içip o meredi... Mantarın hapsolmasına sebeptir yaptıkları, birinin çakırkeyifliği, birinin özgürlüğüne mal olmuştur. Olsun varsın o da soracaktır bir gün hesabını !..

SıfırBirSıfırBirİkiSıfırSıfırDokuz gelelim sana. Hoşgeldin demek için yanına mı gelsek bilemedik. Ama şunu bil ki her seferinde senden bilecek insanlar yaşadıklarını, sıkma canını her zaman bir kurban olacaktır. Ne yazık ki bu seferde sensin. Moralin bozulsun diye söylemedim sadece olacak olanlardan bahsediyorum sana. " Bu sene çok iğrençti, git artık 2009 git !.. " diyenleri şimdiden duyar gibiyim. Hatta başladılar bile...

Yeni bir yıl için temennileri alalım dicem ama neler gelir aklım almaz. Benim ise dicek pek fazla bir şeyim yok. Giden yılada teşekkürü bir borç bilirim. Kötü değildin tıpkı diğerleri gibi. Değişen bir rakamın insanların hayatlarında ki etkisi her ne kadar fazlaysa, onlarında rakam üzerinde ki etkileri bir o kadar fazladır. Doğru orantılıdır vesselam...

Gelelim fotoğrafa; Roma - Milano tren seferinde çekildi. Cama yansıyan kızın görüntüsü mü önemli olan yoksa, geçen zamanın cama yansıması mı orası mechul. Bırakalım aksın zaman, bulsun yolunu. Tıpkı o kızın gittiği gibi, hiç bir duyguyu almadan yanına...

sebeb-i telif vol: 4


>>> 2008 (ikibinsekiz) için söylenecek sözler aradım ama bulmakta zorlanmalar da yaşamadım değil. Aslında senelerin önem kazanmadığı bir irtica faaliyeti olsa gerek bu yaptığım. Geçen senelerin üstüne çekilen bir sünger mi dersiniz bilmem ama; bu sene sanırım daha farklı geçti diğerlerinden... Klozette oturuken tuvalet kağıdığını bitmesiyle yaşanılan tedirginlik vardı belki, bundan mütevveli (ki bu aralar en çok kullandığım kelimelerdendir...) durum-u ahval karşısında durduk kaldım anlıcanız... Ne olursa olsun güzeldili geçmiş zamanları özletmesin. Çünkü; Ne Şam'ın Şekerine Hasretiz Ne Arab'ın Yüzüne !...

>>> Mekanda biraz değişiklik yaptım. Malum tebdil-i mekanda ferahlık var. Şöyle bir tozunu alıyım diye girdim; baktım olmuyo koltukları çekip altınıda sildim yani. Blog şenlendi anlıcanız, rastgele o vakit...

>>> Hazır çorbalar konusunda yapılan en güzel yorum yapıldı bu gece; " Eğer bu hazır çorbalar gerçekten hazırsa neden karıştırıyoruz..? " Bu yorum için dicek lafım yok. 34 kem 27 'yi burdan kutluyoruz... (bkz; kemal kurşun)

>>> Yılbaşı partisi için yer ayırttık bu arada. Süper bir mekan. Yani ben bile bu kadar ucuza kapatacağımızı düşünmemiştim. Sanatçılar (ki -lar çoğul eki kullandım dikkatinizi celb ederim), yemekler, içenler için sınırsız alkol herşey var. Bu sene sanırım biraz eğlenceli geçicek... Şaka lan şaka evdeyim :)))

>>> Geçen sene için akılda kalan tek şey sanırım; İtalya' idi. Diğer ülke için hazırlıklar başladı. Bakalım izin mevzuhunu çözersek hedefte orası var. (bkz; phuket island- thailand) Şimdiden ümitlendirmek istemem ama, burnumu silicek mendillere bile söyledim size mi söylemicem... Yerim sizi ben yerim
>>> Yeni hayatlar dünyaya getirmek, sanırım biraz cesaretin tadına varıp onu dışarvurma tekniği ile tuvale yansıtmaya benziyor. Aramıza yeni katılanlaradır bu yazımız... (bkz; biri erkek-biri kız)
>>> Hisseli harikalar kumpanyası açarsa perdesini, hakkınız olanı alın; olmadı eğer alamadıysanız ya da biri buna engel olduysa, emin olun sular çekilir devreye karıncalar girer... (bkz; anlayana)
>>> Davetimiz icabettendir bu yazdıklarımız, Üstad'a saygıdandır belki de. Bırakın yazıyım istediğimi, döküyüm eteğimdekileri... Alın elinize sopaları, gelin üstüme;nereye kadar bakalım, görücez... Ateş ile cürm arasında bırakırsam sizi Allah yardımcınız ola...

photo by: meren

neyzen tevfik


Onu tanımakla yaşamak arasında bir fark bulmaya çalışmadım; sözümün eri bir insan mıyım onu da bilmem. Sadece bir minnet borcu duymaktayım kendsine... Oturup konuştuğumdan da değil hani, sadece bir nev-i şahsına münhasırın elekten geçirilmişleridir elimizde ki. Ben de onlardan arta kalanları topladım sofra bezinden, ziyan olmasın gitmesin çöpe diye. Kimseye de değil, sadece kendime. Paylaşmam kimseyle, umrumda da değilsiniz. O benimdir, tıpkı onun şaraba ait olması gibi…

Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fâni gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hânde-i hurrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer gussa-i mâtem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.

Bir iştirak-ı devrimdir bedende üstadın yaptığı. O kadar bağlıdır ki ney'ine; çok içtiğinden mütevveli kapatıldığı Bakırköy hastanesi'nde ki yatağının demirini söküp ney yapmıştır kendine. Üflemiştir en tok sesle, acemaşiran peşrevi Neyzen Emin Dede'den... İliklerinize kadar işlesin o 4 dakikalık taş plak kaydı. Canınıza okusun! Olmadık yerinizden vursun sizi, acırsam şerefsizim !..

Düşeli derdi firakın ile sevdaya meye,
Müptelayım,deliyim,sinmişim esrar-ı ney’e.
Feleğin,kahpe başında paralansın parası,
Ben güzel sevmeye geldim,değil ekmek yemeye !..

Benden bu kadar, sabahın 4'ü oldu. Halen kulağımda sesi Üstad'ımın. Olmayacak duaya amin'i çoktan dediğimden olsa gerek, hiç gitmesin der gibiyim... Ruhun şad olsun Üstad, mekanın cennet olsun...

sözlük karıştı


Doğum günün kutlu olsun ssg... (bkz: ekşi sözlük) Şimdi olacak iş değil belki ama ssg'nin doğum gibi güzel bir gün, onun en büyük eseri sözlüğün sonunu getirecek bir sebebe mi neden oldu..?

Gerçekten inanılacak gibi değil; bir gece de tamı tamına 10 bine yakın yazar alındı. 9. ve 10. nesil'den alınan neydüü belirsiz insancıklar içine etti sözlüğün tabiri cayizse... Artık sayfa açılmaz oldu, elimiz gitmemeye başlandı sözlüğümüze. Sol frame'de bir günde (şimdi bakıp yazıyorum) 5183 başlık var. Sayfa sayısını hiç sormayın. Bu görüşmemiş bir olay, duyulmamış hatta...

Pişmanlar mı bilmem orasını sözlüğün içine ederken (bkz; kimi raikonen) , kıçları tavana değdi mi onu da bilmem ama pişman oldukları çok belli. Şimdi ellerinde tırpanlar biçmeye başladılar yeni suserları, ortalıkta kan gövdeyi götürmeye başladı; ama sanırım artık çok geç...

Geçenlerde yine söylemiştim sözlük karıştı diye; yine söylüyorum. Sözlük çoook karıştı !...
Yarım saat sonra gelen edit; " Server Busy Hatası " kına yakın kına !..

parmak arası terlik


Yeni bir irtica ile karşınızdayız diyemicem; çünkü konu aslında hepimizden bahsediyor... Bakın, az sonra okuyacaklarınız; en az bir kere, belki de hergün yaşadıklarımızdan sadece benim cımbızla çektiklerim !..
Genel olarak bir düellodur, tabi yapmayı bilene...


- Neden insanlar yemek yerken ilk olarak tuzuna bakmadan tuz atar..? Ulan bi bak , belki tuzlu...

- Eğer asansöre yalnız bindiysek kesinlikle aynada kendimize bakarız..? Kimisi sivilce sıkar, kimi akan kalemini siler. De gedin hele yaaa

- Neden her zaman elimiz dolu iken kapı açmak istediğimizde anahtar elimiz ilk attığımız cebimizde değildir...

- Sakız çiğnerken su içtiğimizde sakız neden sertleşir ki..?

- Saçı uzun olanlar bilir, topladığınızda saçın biri aradan kaçar ve o tokaya tutunmak istemez ya işte deli eder o durum, kesesi gelir o insan onu...

- Şu kendiliğinde açılan kapılar neden her zaman siz gelirken kapanır, ulan garezin bize mi..? Ayıp beee

- Bir de kalyve de bir şey yazarken, yalnış yazdığımız harfi silmek varken neden bütün kelimeyi sileriz..?

- Giydiğimiz bir şeye dökülen her ne ise neden hep en görünen yere dökülür..? İlla milletin gözüne sokar gibi tam meydan da durur. Şöyle görünmeyen bir yere dökülse, saklamasak kıçımızı başımızı... 


Edit; Resim tarafımdan İtalya Floransa'da çekilmiştir. Belirtmeden edemedim..

ateş yakarız, onu söndüren suyu ısıtmak için




Destursuz bağa girmek !.. Hele de bağcı bunu olduğundan daha kötü algılarsa o zaman işiniz daha zor... Yine farklı başladım yazıya, konuyla ya da resimle ne alakası var di mi..? Olmasına gerek duyduğumu düşünmüyorum. Aslında bu aralar düşünemiyorum orası ayrı... Resim Roma'dan !.. Sabahın erken saatleri, ortalıkta pek fazla insan yok. Sadece bir kaç araç, bir kaç insan... Via Del Corsa'ya yani Roma'nın en ünlü caddesine komşu, onu tamamlayan bir caddedir burası. Kalabalıktır da akşama doğru bakmayın böyle olduğuna..! Gelelim karşıda ki anıta; Sezar için yapılmış devasa yapıt. Sadace onu görmek için bile gidilir zannımca İtalya'ya, belki de Roma'ya !.. Size de ilham verir yakacak bir şehir bulmak için... Kolay gelsin efendim, kolay gelsin !

edit: 19.12.2008'de...

sebeb-i telif vol: 3


>>> Hellim peyniri tadında hayat yaşayanlaradır bu yazdıklarım, hani şu neydüü belirsiz, gölgesi bile olmayanlar keşkülleredir. Bakın sonradan uyarmadı demeyin, ben yazarsam işin içinden çıkmak zor olur. " Epi topu " gibi saçma bir ikileme bile kullanmam yazdıklarımda. Neler kusarım bir tek ben bilirim, kaç kova doldurur ben sayarım... Elinizden geleni ardınıza koyun, gelir alırım birgün..!


>>> Döndüm...

>>> Hayatımda yediğim en iyi pizzaydı. Amerika'da ki Papa Jonhs'dan sonra sanırım yememiştim böylesini. Gerçekten de İtalya'da yenmesi lazım bu meletin..! Hamur o kadar ince ki yani biraz daha kalsa fırında, sanırım kıtır kıtır olurdu. Burda yediklerimiz emin olun pizza filan değil, sünger sünger...

>>> İtalya için burda birşeyler söylemicem, konuşmak daha güzel gelir bana böyle şeyleri... Yüzümde ki o mutluluğu görmeniz, belki bişeyler sezmeniz... Aman ne biliyim güzeldi, gerçekten güzeldi... Sadece bendim, sen yoktun, o yoktu... Ben vardım !.. { Üç noktayı (...) çok kullanıyorum bilenler bilir, seviyorum }

>>> Ümraniye'ye taşındık, ordayız artık. Getiren gönderen sağolsun..! Anlayana tabi !...

>>> Kısa cümleler kurdum bugün, olmadık şeyler söyledim belki. Ama hak ettim ben bunu, suçluyum. Elimde olmayanı istemekle, keşke olsaydı demek arasında ki tırstıran duyguyu yaşadım...Hadi hayırlısı bakalım !..

>>> Keşke sende olsaydın...

2 gün sonra gelen edit; İyi ki Yoktun !.. Çelişki değildir bu yaşadığım, belki de tam tersi doğruyu bulmaktır. Aramaya çıkmaya bile gerek kalmadan !.. Almadan yanıma misketlerimi..

edit: 16.12.2008'den...