içten sarılmak ve tramisu sohbetleri


...sonra tramisu ve soğuk olmayan bir su söyledi. öyle ki; bardak bile az geldi hayallerindeki özgürlüğe, geri gitti. çantası o kadar ağırdı ki taşımaktan omzu ağrımış, sürekli bunu mırıldanıp duruyordu. o kadar tatlı geldi ki o mırıldanma; ne gerek vardı diye düşünmeden edemedim o tramisuya..ya.

önce bıçakla tatlının üzerindeki kahvelerle oynadı, daha sonrada tatlının geleceğiyle. o kadar güzel oynadı ki; sanırım o bile tahmin edememişti bunu!

gelelim hikayenin devamına; bu hikayenin devamı yok! başıda yok aslında, sadece yapılabilecek en anlamlı şeyi yapıp gitti. aynı kurşuni renkler gibi sürülmek istenmeyen renklere bürüdü bütün dünyamı bu terk-i diyar ile. halbu ki sezen bile sürülmek istememişti..

şimdi bu hikayeye bir son bulmam lazım ya işte o söyledi sonunu; 


29.06.09 Kuzu'dan :)


beyaz zemindeki kırmızı ruj lekesinden gelen edit; 


"yok olmaz erken daha, biraz geç kalın ne olur, hiç hazır değilim henüz"


iğneden geçen iplik inceliği



tam bu yazıyı yazarken aklıma "ayva çiçek açmış yaz mı gelecek" türküsü geldi. işin garip tarafı yaz geleli baya olmuş ve ben bunun farkına yeni varıyorum. ama hakkaten ayvaların çiçek açmasıyla birlikte devreye giren bir sistem gibi. ayvalar çiçek açtı anlıcanız, hooopp yaz geldi yaz..!

bu yazının tabiki yaz ile alakası olmıcak, gelip geçici bir heves için yazmıcam yani. fotoğrafdan bahsedicem biraz. fotoğraf çeşitli duraklara uğramadan giden bir otobüs gibi. sadece içinden almak isteyenler için çekilmiş gibi. yapan yapmış orası ayrı; ama denizin içinden çekilen olta gibi ne çıkacağı belli değil. bir açıdan bütünlük ve içtenlik barındıran bir yandan da "sana ne lan.!" der gibi. asıl önemli olan önde duran ve birbirine dikilmiş meyvelerin tam zıttının arkalarında olması. bence asıl önemli olan ince detay bu, ya da bu olması gerek...

düşünmek bu sanırım, uygulamak ise iki paragraf üstte..!

orgla klanet çalan dürzüden gelen edit; bim'de satılan muhteşem ürünlere "göbeği ata ata uludağ limonata" yı ekleyen bankacı ya en derin sevgilerimle...

bu dünyadan olmayan sezen aksu için gelen edit; yazmasın, söylemesin artık! çok dokunuyor, kanatıyor artık... (bkz: kurşuni renkler)

sebeb-i telif vol:8


>>> geçenlerde şunu merak ettim; neden ev yemekleri yapan yerler diğer lokantalara göre daha pahalı oluyor? yani onlar ev yemeği yapıyor daha ucuz olması gerekmez mi? valla bununla alakalı bir şey yapılmalı, yasa filan çıkarılmalı bence, ne biliyim ev yemekleri yasası filan onun gibi bişiii...

>>> sebeb-i telif yazmakta geciktiğimi fark ediyorum. bu edişler sırasında hayatımdaki değişiklikleride sırasıyla yazmam gerektiği konusu irdeler oluyor beyinciğimi. anam kuzum bu ne iş, bu nasıl bir ilintidir ki beni benden etmekte. neyse artık değişiklikleri daha sık yazmam gerektiğine karar verdim. haydi hayırlısı...

>>> tebdil-i mekanda ferahlık vardır mantığını benimsemiş bir bedene büründüm. aldım pılımı pırtımı çektim gittim bende. öyle bir yandım ki, öyle bir tensel renge büründüm ki bu değişikilik sırasında gören noldu sana filan diyor. cevap açık sevdiğim işi yapıyorum! mutluyum anlıcanız, yumurta kırarken tavaya düşen o küçük yumurta kabuğuyum ben, öyle kolay çıkmam o tavadan...

>>> tatil olayları rafa kalktı bu arada, yurtdışı hayalleri sanırım kışa erteleniyor. ama kim bilir bir abd yapar geliriz, özledim keratayı. öpücem yanaklarından falan, filan. tabi bu benim için geçerli. uefa avrupa ligi (eski adıyla uefa cup) kuraları çekilsinde ilk maç fransa'da olsunda bende tatilimi orada yaparken gidiyim diyenler tanıyorum. hıhhh diyorum onlara. hıhhhh...

>>> şu apartmandan gelen yemek kokuları konusunda nefsime hakim olamama durumları yaşıyorum. yorgun argın eve gelmişim, mis gibinnn yemek kokuyor. ulan insaf be ne bu böyle yaa, allah'tan korkun bire. bu da can di mi..?

>>> efendim gelelim fotoğrafa; bildiğiniz yumurta. hani öyle bez, plastik filan değil. güzel bir çalışma, tebrik ediyoruz kendisini. haa unutmadan fotoğrafın üzerine tıklayınca mandallara dikkat edin. şarıl şarıl yağ akıyor...


özlediğimiz güzel insan için gelen edit; ben olsaydım o elbiselerden birini giyer; boy aynasının karşısına geçer, saçımı arkadan toplar, güneş gözlüklerini takar ve evet budur abi derdim. haa illa bir yere kaldıracaksan bence yine her gece salona koy, nasıl olsa sabah geri alırsın; ama denediğin kalsın. çünkü çoooook yakıştı..!

kabak kızartmasından gelen edit; apartmana öyle bir koku yayılmış ki; valla inadına yapmış gibi oldu :) ohhh kalorime değsin...


borç parayla kiralık katil !..


sipariş verilmiş sadece yemekti,
çoktandır hasret kalınan bir akşam yemeğinde.
masaya gelen siparişler bir bir soğurken adam kadına sordu;
yemicek misin?


çağırdığı asansörü beklediği kadar bekledi kadın,
hep elleri dolu gelen adamı.
sürekli gülücükler dağıtan adamı vurdu kadın,
tuttuğu kiralık katilin parası ise adamın!

tanrı'yla yazı tura oynamak...


anlamıyorum...

yani inanılan şey tanrı mı,  yoksa para mı?

hangi ülkenin olursa olsun her zaman o ülkeden daha fazla konuşulan o ülkenin parası olmuştur. insanları ülkesinin bayrağını, liderlerinin resimlerini sürekli cebinde taşır. mesela amerika dediğinizde aklınıza dolar ($)  gelir. avrupa diyince ise euro. (€)

şimdi soruyorum ey amerika; neden bu ahvali  sağlam bir kazığa bağlarmışcasına böyle bir yazı yazarsın ki?
nedir bu, ilahileştirmeye çalışılmış bir devrim tekerleği mi? çevirelim diye elimize verdiğin...

öyle ise kalsın efendim, almayalım biz..!


dear visitor

wondering why a benefit on top of the issues "in god we trus" is written.
so this is a legitimation?
i think it is absolutely not ..!

açık kalan gömlek düğmesinden gelen edit: frikik öyle değil böyle verilir..!

kornişli saatler ve kavanozdaki kurabiye...


valla nerden çıktı bunu yazma hevesi anlamış değilim. sadece bir şeyler yazıp sitede yayınlamak için yapıyorum bu sefer. bir aslına rücu olsa gerek!

hiçbir amacı yok, ne bir fikri ne de bir zikri var. sadece fotoğrafın güzelliğimden olsa gerek bir hisse kapılma olgusu sanırım. bu sefer mazur görün, itiraf ediyorum yorgunum.

bari bu yazıyı bir şiirle bitirelim. 
kadın erkek savaşı üzerine. yine, yeni, yeniden...

sadece bronzlaşmak için havuza gelen kadın,
güneş kremini adama sürdürür.
bunu yaparken kadına gölge yapan adam,
sürdüğü kremi kendi elleri ile öldürür...


terleyen enseye giden elden gelen edit: radyonun yanında otururken mesaj gelince dıt dıt dıt diye bir ses olur ve sancılı bir bekleyiş oluyor ya, işte bunu seviyorum...

ilk basamakta savaş, ilk basamakta aşk...



önünde duran merdivenin ilk basamağında kadın, 
peşinden gelen adam için attı ilk adımı.
öyle içten ve saf başladı ki aralarındaki savaş,
daha ilk adımdan uzaklaştığını anlamadı kadın;
halbu ki çoktan bitmişti o büyük savaş!


paris'e giderken alınacaklar...


uyuyamıyorum son zamanlarda, bir terslik var sanki; bir yerlerde olmamış henüz kopmamış bir fırtınayı bekliyor gibiyim. kafayı dağıtmak için paris'e gitmek istemek bile sanıldığından daha karmaşık! koçaman bir korada herbiri aynı notayı çalarken elindeki entrumanı bırakmış onları dinleyen bir müzisyen edasıyla bakıyorum artık insanlara. acaba şimdi ne yapacaklar der gibi. sebepsiz, rücu halinde...

kıntıları paylaşmak üzerine konuştum geçen bi dostla, anlattı dinledim. sesindeki tedirginlik o kadar içtendi ki sanki; "söylüyorum ama sakın aciz olduğumu sanma! ben bunlar gibi daha neler devirdim şu yaşıma kadar..." der gibiydi. 

gibiydi diyorum fark ettiyseniz. görmedim çünkü yüzünü. 
ne olduğunu bilmeme rağmen bimemezlikten geldim, suçluyum kabul ediyorum.

en azından kaza mahallinde; "112 acil'in numarası neydi?" diye haykıran kızdan daha masum değilim onu biliyorum...


vitrindeki manzaralar...


düşünüyorum, diyelim ki kahve içmek istediniz ve bir hahve söylediniz oturduğunuz kafeye...

şimdi sizin kahve falınızı yapan çalışan mı belirlicek yoksa makine mi ? (malum artık makinelerle yapılıyor)

yani eğer  sizin falınızsa ve siz içecekseniz o kahveyi bence sizin yapmanız lazım, yani umut edeceğiniz belki  de günlerce bekleyeceğiniz  bir olayı başkasının kaderine terk edemezsiniz sanırım...

yanlış mıyım?

neyse fotoğrafa dönelim biz; o an balkonda oturmuş elimde makine dışarıyı seyrediyorum. birden bu iki genç geldi...
alt tarafta duran bayan balkon demirinin üstünde durmuş, yan taraftaki vitrini seyrediyor. yeni kıyafetler gelmiş, beğenmekle meşgul...

çapkın, seksepalite düşkünü erkeğimiz bu fırsattan istifade bayan arkadaşımızın kıçına doğru eğilmiş onu seyretmekte. belli ki o vitrine de yeni ürünler gelmiş. 

hani fonda kalan güzel manzara olmasa hakkaten çok ağır konuşurdum ama neyse...


dear visitor;
this time i was talking about people's destiny, whether it affects you or someone else?
i was curious about it, same as the birds ...